October 09, 2010

Ve Şevin Yeni Bir Kayık Aldı...


Hiç bir şey yapmak istemediğim, havanın daha sabah 10:00’da kör karanlık oldugu çok yağmurlu bir Cuma günü, bu yağmurda iş çıkısı eve nasıl dönerim planları yapıyordum. Ki daha önceki yazımda yazdıgım gibi ben “sağlam” plan yaparım. Eve dönmek için tüm kordinatları belirlemiş hazır ve nazır 18:30 gonklarının çalmasını bekliyordum.

Şevin aradı...Ne zamandır aramazdı, ne zamandır görüşmemiştik. Filmekimi galasına “ Somewhere” için fazla biletim var hadi gidelim dedi. Filmin biletleri baya önce tükenmişti, teklif cazipti ama yeterli değildi. Hayır dedim, plan yaptım eve dönücem. “ Arabayla geliyorum çıkışta karşıya beraber döneriz” dedi. Gün içinde Ceza konserine gitme planları yaptıgımdan ama hava bok gibi oldugundan fikrimi değiştirip eve dönmeye karar verdiğimden sordum. Filmden sonra Ceza konserine gidersek ok dedim.

Tüm planlar değişti ve Şevin’le iş çıkışı bulusup bizim ofisin altında açılan ve henüz uğramadıysanız hemen gelip takılmanız gereken harika Nublu’ya geldik. İşten bir kaç arkadaş ve yeni tanısıp sanki hep tanıyormuşum gibi çok sevdiğim Dilara ile takıldık muhabbet etiik biraz içtik ve film saati yaklaşmaya başladıgında yola koyulduk.

Çok yağmur yağıyordu ama yağsın, yağmur yağıyo hava soğuk diye evde tüm kış oturacak halimiz yoktu ya, şeker miyiz eriyeceğiz dedik şemsiyemizi açıp yürümeye devam ettik. Galatasaray lisesinin önüne geldiğimizde ise ciddi bir fırtına koptu ve bizimki dahil bir çok şemsiye Hande Ataizi’nin Asmalımescit'te gazetecilere açtıgı savas sonucunda aldıgı hali aldı. Islandık biraz ama varmıştık. Şemsiyeyide Sefahathane'de bahşiş olarak bıraktık.

Film güzeldi ama o kadar...Havaysa kötüydü, hem de çok kötü. Sokakta satılan ve herkesin evinde en az 5 tane olan 5 TL lik semsiyelerden 5’lercesi kırılmıs ve dönmüş hallerde yerlerdeydi, İstiklal caddesinin her noktasında yere atılmış semsiyeler vardı. Sanki biz film izlerken dışarıda şemsiyeler arasında bir hastalık virüs yayılmış ve tüm şemsiyeler ölmüştü.

Kenardan kenardan Babylon’a ulaştık, yine ıslanmıştık ama azimli minik rapstarlardık. Kanadımı kırdılar ucamadım anne savasa soktular kosturdum kalbini açamayan herkesin aklına eğriyi doğruyu ben soktum sonbaharda dökülen yapraktım ilkbaharda geri geldim ben aileme dostuma selamlar olsun gökkusağındaki bir rengim ben diye iki şarkı söyleyip tekrar yola koyulduk. Ama bu sefer en beteriydi...Dısarıdaki yağmur kötü çekilen türk filmlerinde hortumla su dökme sahnelerinin eline su döker cinstendi.

Arabaya ulaştıgımızda pantalonu cıkartıp arka koltuga asacak cinstendik...Ama ahlaklı insanlar olarak donla arabada oturmamayı seçtik ve montları cıkartmakla yetindik...O anda aklıma geldi, Şevin yeni araba almıştı ama ehliyeti ne zaman almıştı? Ne zamandır trafikteydi?

Sadece 6 gün. Ve ilk karşıya geçisi arabası ile.

Tanrı Şevin’i sınıyor ve ona ilk haftasında tüm kötü hava şartları ve doğal afetlerden bir seviye tespit sınavı yapıyordu. Görüş alanının 30 cm oldugu bir havada köprü yoluna ilrlerken 40-50 cm suya gömülmüş yollarda çılgın minubus söförleri arasında sileceklerin kifayetsiz kaldıgı bir yolculuk yaparken gülme krizimiz başlamıştı.

Bir yandan yağmur bir yandan yandaki arabaların fıskırttıgı sular ve göllerin içinde geçme çabalarımızla Şevin’in yeni kayığı ilk testinden başarı ile geçmiş bizde ıslak ama messut sekilde evlerimize varmıştık...

Hastalanmamak için mücadele veren bendeniz ise sabah haberlerinde Cumartesi Cuma'dan da beter olacak manşetini duyunca bu günü evde oturup internette ve film izleyerek geçirmeye karar verdim.

Şevin bir sonraki buluşmayı kar fırtınasından araç tekerlek zincirlerimiz olmadan yapalım ne dersin?

Search This Blog