July 25, 2007

Yorumsuz

Blogumda bugune kadar herhangi bir politik yazı yazmayıp yayınlamayıp siyasete karışmadım. Ama seçimleri yeni atlattığımız ve sonuçlarına tanıklık ettiğimiz şu günlerde bu yazıyı es geçemedim.

Zülfü Livaneli'nin yazısı

Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!


Seçimler öncesi CHP'ye zarar vermemek için
bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin
hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen'in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan'ın ise Meclis'e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan'ın "milletvekili olmadan başbakan olma"
önerisini reddetmişti.

Türkiye'nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz "Tayyip Erdoğan başbakan olacak!" diye
tutturdunuz.

Sizi "Çok tehlikeli bir oyun bu!" diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız,
"Hayır!" dediniz "İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz."

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: "Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün
tarikatların birleşerek Erbakan'ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa
desteği de var. Program Türkiye'yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz
gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek."

İki ay dayanamaz iddianızı, "görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve
dayanamazlar." tezine oturttunuz.

Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve
seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki
rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan'la seçim öncesinde Beylerbeyi'nde gizlice buluştuğunuzu ve
bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri
Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu
açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir.
Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: "Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra
çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?"

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda "Erdoğan'ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı
itirazı olan!" diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan'la Beylerbeyi'nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli
anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı
var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan'ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba
harcamak CHP'nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa'yı değiştirip, grubu baskı altına
alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan'ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına
kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç
bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye'nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. "Öyle değildi. Böyle
konuşmadık." deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz
vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden
hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan'ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi'nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde
gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan'ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek'lerin en büyük şansı
sizdiniz.

CHP'nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa
çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay,
Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına
çıkmanız gerekirken; eski MHP'lileri, eski ANAP'lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları
parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca "Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!" dememize rağmen, sol
politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis'e sokarken, İsmet Paşa'nın Avrupa Konseyi'nde komisyon
başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan'ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin
tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal
demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!


Le Monde ve Stern'den....Türkiye

'Ucuncu Dunya Savasi Turkiye'den cikabilir' baslikli yazi, Le Monde ve Stern'de de yayimlandi.

Iste o ilginc yazi:


Ucuncu Dunya Savasi, Turkiye'den cikabilir...

Turkiye, son ve buyuk bir hesaplasmaya dogru gidiyor.
Bu ulke korkuldugu gibi irka ya da dine dayali bir bolunme
yasamadi.
Daha korkunc ve daha temel bir bolunmeyle sakatlandi.

Cumhuriyet boyunca suren "kulturel bolunme" artik iyice keskinlesti.

Simdi bir yanda, ayakkabilarini sokak kapisinin onunde cikaran, kadinlarinin basini orttugu,
erkeklerinin sokaga pijamayla da cikabildigi, erkek cocuklarinin kahveye gittigi,
kizlarinin tam bir baski altinda yasadigi, turkuyle arabesk
arasi bir muzikten hoslanan, belki de hic kitap okumamis, hic dansetmemis, hic kari koca
birlikte lokantaya gitmemis, hic tiyatro seyretmemis, evlerinde floresan lamba yakan, iyi
egitim alamamis, dini inanclari kuvvetli kalabalik bir kitle var.

Diger yanda ise kiz lisesiyle Robert Kolej yelpazesinde
egitim gormus, bir dugun salonunda ya da kolej partisinde dansetmis, sinemaya
giden, cok fazla olmasa da kitap okumus, muzik zevki pop sarkilarla
klasik muzik arasinda dolasan, evi nispeten daha zevkli dosenmis, kizlarin flortune izin
verilmese bile goz yumulan,

Allah'a inanan ama ibadete pek aldirmayan, kadinlarinin basini
ortmedigi, sarabin kalitesinden pek anlamasa da kadin erkek bir arada
gidilen bir gezmede icki de icmis, gazetelere bakan, magazin haberlerini
izleyen, kendini birinci gruba kiyasla cok gelismis hisseden, entelektuel
duzeyi cok yuksek olmasa da okumus yazmis,

Bati standartlarina yakin bir grup var.

Bu iki grubun yasam tarzi birbirinden kopuk.

Onlari, Bati'daki siniflar arasinda ortak bir zevk yaratan
kilise muzigi, dini resimler, Incil'in
sinemalara bile yansimis hikayeleri gibi birlestirecek
kulturel bir zemin yok.

Hayatlari, zevkleri, inanislari birbirinden farkli.

Hatta birbirine dusmanca.

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmis, asagilanmis, itilip
kakilmis.

Simdi bu grup siyasal olarak orgutlendi. Kalabaliklar.
Ve her secimi kazanacak siyasi bir gucleri var artik.

Ikinci grup ise azinlikta. Ve artik bir daha secim kazanma
ihtimalleri yok.

Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya cikiyor.

Daha Batili olan "ikinci grup", Bati'nin siyasi
degerlerini kabul ederse bir daha asla iktidari ele
geciremeyecegini bildigi icin Bati'ya ve Bati'nin
demokratik degerlerine dusman oluyor.

Yasam tarzi olarak Bati'ya dusman olan kesim ise
gecirebilecegini bildigi icin Bati'yla iliskileri
gelistirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.

Bu kulturel parcalanmada "ordu" onemli bir role sahip.

Eger, birinci grubu desteklerse ve Bati'nin
demokrasisi burada kabul gorurse, ordu da iktidarini
kaybedecek.

Aslinda birinci grubun cocuklarindan olusan ordu,
kendi iktidarini surdurebilmek icin, kendisine
benzemeyen ikinci grupla isbirligi yapiyor. Bir
anlamda kendi koklerine ihanet ediyor.

Bu iki grup siyasi iktidar icin son kez carpismak
uzere hareketlenmis gozukuyorlar.

Birinci grup ekonomik olarak da guclu artik,
Anadolu'da uretim yapiyor, "devletle" arasi iyi
olmadigi icin malini dis dunyaya satiyor. Para
kazaniyor. Siyasi orgutunu destekliyor.

Ikinci grup parasal guc olarak da kuvvetli degil.

Dis dunyayla is yapan, disardan borclanan buyuk
burjuvazi, Turkiye'nin ancak demokrasiyle
normallesebilecegin e inanan entelektuel kesim,
devletin yapisinin degismesi ve dunyayla butunlesmesi
gerektigini dusunen bir grup burokrat, birinci grubun
destekcileri.

Yargi, ordu, burokrasinin onemli bir kismi ikinci
grubun arkasinda.

Ikinci grup, siyasetle, demokrasiyle iktidari elinde
tutmasinin mumkun olmadigini kavradigindan simdi
siyaset ve demokrasi disinda bir cozumun pesinde.

Cumhurbaskani secimi kavganin keskinligini ve iki
tarafin niyetlerini acikca ortaya koydu.

Ordu destekli ikinci grup artik secim de istemiyor.

Ve darbe soylentileri gittikce artiyor.

Cuntalardan soz ediliyor.

Peki, darbe olursa ne olur?

Yasam tarzi Bati'ya daha yakin olan grup orduyla
birlikte iktidara gelir ve Bati'nin destegini
kaybeder.

Avrupa buna kesinlikle karsi cikar.

Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve
Ortadogu politikalarini desteklemesi karsiliginda
darbeyi kabullenebilir aslinda. Ama Amerika'nin onunde
de ciddi bir engel var. "Demokrasi getirecegim" diye
Irak'i isgal eden bir ulke, dunyaya ve kendi kamuoyuna
Turkiye'deki "darbeyi" niye destekledigini
aciklayamaz. Ve Irak faciasindan sonra ikinci bir
"zorlamayi" gerceklestirecek gucu yok. Istese de
istemese de darbeye karsi cikacak.

Silahini ve parasini Bati'dan alan bir ordu ve ulke,
Bati'dan koptugunda ne yapacak?

Sanirim uzun zamandir bunu dusunuyorlar ve korkarim
bunun cevabini buldular.

Turkiye'de darbe olursa, tarihte bugune kadar hic
gerceklesmemis yeni bir olusumla karsilasacak dunya.

Turkiye, olasi bir darbeden sonra, Rusya ve Iran'la
ortaklik kurmak isteyecek.

Silahi, enerjiyi ve parayi bu iki ulkeden alacak.

Rusya'yla Iran'in elindeki dogal gaz, petrol ve
nukleer guc, Turkiye'yi bir sureligine de olsa ayakta
tutmaya yeter.

Ama Rusya, Turkiye, Iran bloku dunyanin butun
dengelerini degistirir.

Ortadogu'nun kontrolunu tumuyle ele gecirir.

Avrupa'yi kucuk kitasina hapseder.

Kafkaslar'i, Afganistan'i, Pakistan'i kendi gucune katar.

Musluman dunyayla yakin bir iliski kurar.

Petrol kaynaklarina egemen olur.

Cin'le isbirligi yapabilir.

Bu gelisme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya'dan
olusan "Bati"nin dunyadaki etkinligini inanilmaz bir bicimde azaltir.

Yeni blok asker, enerji ve para acisindan cok guclenir.

Boylece, Turkiye'deki catlama dunyada buyuk bir catlamaya yol acar.

Eger Ucuncu Dunya Savasi cikacaksa, sanirim, bu catlamadan cikar.

"Asla boyle bir sey olmaz" diyebilirsiniz... Niye
olmayacagina dair elinizde cok kuvvetli veriler varsa, soyleyin.

Ama, ya olursa... Ki bana cok mumkun geliyor.

O zaman ne yapacaksiniz?

Bugun Turkiye'de kamplasan ve bolunen insanlarin da...

Turkiye'yi Avrupa disina itmeye calisan, eski bir
imparatorluk olmanin bir yaniyla cok gorkemli, bir
yaniyla cok zayif mirasina sahip olan bir ulkeye
kustahca davranan, isbirligi yerine "basogretmenlik"
yapmaya kalkan Avrupa'nin da...

Turkiye politikasinda "ikili" oynayip, kurnazlik
ettigini sanan Amerika'nin da...

Bu senaryoyu bir dusunmesini isterim dogrusu.

Turkiye'de yaklastigi gorulen kanli bir catismanin
butun dunyayi yakmasi sandiginiz kadar uzak bir
ihtimal degil.

Hic unutmayin ki ilk dunya savasi tek bir tabancanin
patlamasiyla baslamisti.

No comments:

Search This Blog